Stellar Blade – İnceleme Oyuncular Web
Stellar Blade – İnceleme Oyuncular Web de
NieR Replicant ve NieR Automata’nın ardından sıklıkla düşündüğüm bir şey vardı: oyun dünyasının daha fazla NieR’e ihtiyacı var. Tabii ki bir Yoko Taro olmak kolay iş değil, ama anladınız işte beni. O oyunların verdiği hissiyatı, atmosferini, yeri geldiğinde absürtlüğünü yansıtan bir başka isim daha yoktu bence. Peki incelemeye neden böyle bir giriş yapma ihtiyacı hissettim? Çünkü Stellar Blade, bana NieR’e en yakın deneyimi yaşatmayı başardı ve ben bundan cidden acayip mutlu oldum.
Yanlış anlamayın, Stellar Blade tam olarak bir NieR-like sayılmaz. Mekanikleri, savaşları falan çok daha farklı. Ama bir yandan da NieR’i kendine örnek aldığını hiçbir yerde saklamıyor ki buna yazı içinde zaman zaman değineceğim. Ancak şu da var ki Stellar Blade aslında bir çok oyundan bir çok ilham almış ve bunları aynı kazan içinde gerçekten de nefis biçimde kaynatarak güzel bir çorba yapmış.
Sekiro var mesela, çın çın diye düşman darbelerini doğru zamanlamayla savuşturmak oyunun savaş kısmının da temelini oluşturuyor. Sonracığıma Bayonetta var tabii ki, Bayonetta’nın mu at kuyruğu daha güzel Eve’in mi diye tartışabiliriz belki sonra. Yer yer God of War’a meydan okuyan boss öldürme sekansları var. Kendinizi Uncharted’da gibi hissettiğiniz yerleri var; Uncharted’da uçak vardı, bunda tren, aynı şey işte. Hatta inanmayacaksınız ama bu çorbanın içinde Callisto Protocol tadı bile aldım ben. Hani şu Callisto’nun fragmanında da gördüğümüz o ünlü “kayarak aşağı doğru giderken pervanenin içine paramparça olma” sahneleri vardı ya. Stellar Blade’in bir noktasında o anın bile benzerini yaşıyorsunuz.
Neyse, malzemeleri saydığımıza göre şimdi tarifimize geçebiliriz. Öncelikle güzeller güzeli bir Eve’e ihtiyacınız var… Öhöm, neyse, ben biraz daha evveliyatından başlayayım en iyisi. Stellar Blade uzak gelecekte, post apokaliptik bir ortamda geçiyor elbette. Bir zamanlar Dünya Naytiba adı verilen birbirinden tuhaf yaratıklar tarafından saldırıya uğramış ve tüm şehirler harabeye dönüşmüş, hayatta kalan insanlar bin bir güçlükle uzayda kurulmuş olan Koloni ismindeki bir yerleşim yerinde toplanmışlar. Bu Koloni zaman zaman Dünya’ya ekipler gönderiyormuş, 7. Hava İndirme Mangası da bunlardan biri. Zaten Eve de bu manganın bir üyesi.
|Oyunda ilk iş olarak Ayarlar’a girerek Otomatik Eşya Toplama özelliğini açın. Aslında bunu varsayılan ayar olarak açık bıraksalar daha iyi olurmuş, çünkü diğer türlü yerde bulacağınız veya düşüreceğiniz bin türlü eşyayı tek tek toplamaya çalışmak tam bir işkence.
Görevimiz tüm manga olarak Dünya’yı neredeyse yok etmiş olan Naytibaları ortadan kaldırarak hem Dünya’yı hem de insanlığı kurtarmak. Ancak ekipçe daha Dünya’ya inmeden bile keklik gibi avlanıyoruz, Dünya’ya inince de bu av devam ediyor. İşte bu başlangıç tam olarak NieR Automata gibi. Onda da ekipçe Dünya’ya geliyor ve daha hedefimize varamadan bir çok arkadaşımızı kaybedip kendimizi yapayalnız buluyorduk. Stellar Blade’de de aynısı oluyor. Geriye kalan iki kişiden biri olan biz ve Tachy ismindeki arkadaşımız ile oldukça güçlü bir Naytiba’yı indirmeyi başardıktan sonra karşımıza bir Alfa Naytiba çıkıyor ve olanlar oluyor.
Kendimize geldiğimizde bizi savaş alanından kurtarmış olan Adam ile tanışıyoruz. Adam oyun boyunca bize fiziksel varlığından ziyade yanımıza verdiği dron aracılığıyla yardım ediyor. Yine geldik mi Automata’ya? Bu drone sayesinde haritalarda tarama yaparak düşmanların, kasaların, bize çeşitli bilgiler sağlayan insan cesetlerinin vs yerlerini öğrenebiliyoruz. Daha sonrasında menzilli saldırı yetenekleri kazandığımızda bu drone bir anda kolumuza takıp düşmana mermi yağdırdığımız bir araca dönüşüyor. Yani oyunun sadece demosunu oynadıysanız Stellar Blade’in kılıçlı çarpışmalarına ek olarak farklı bir oyun tarzı benimsemek isteyen oyuncular için menzilli saldırı seçenekleri de sunduğunu öğrenmiş olun. Ha ama bu kullanımı çok rahat veya çok etkili bir seçenek değil bence, o yüzden menzilli saldırı kullanmanın zorunlu olduğu iki Lenoive bölgesi dışında biz aynen kılıçtan devam.
Oyunun asıl başladığı nokta olan Eidos 7 haritası da aslında aldatıcı. Şöyle ki, Adam’ın bahsettiği Xion şehrine ulaşmak için bu yıkılmış şehirden geçmemiz lazım. Burası oldukça lineer bir harita. Zaten bu esnada henüz “harita” diye bir seçeneğimiz de yok, o yüzden biraz da kaybolmamızı engellemek için böyle bir tercih yapmış olabilir Shift Up. Bu “kapalı dünya” kısmında Adam’ın da yönlendirmeleriyle ilerliyor, irili ufaklı Naytibalarla savaşıp savaş taktiklerine aşina oluyor, oyunun zıplayabileceğimiz, tırmanabileceğimiz veya gidebileceğimiz yerleri sarı boyayla işaretlemiş olduğunu görüp gülümsüyor, oyundaki ilerlemenin sadece koşmak ve savaşmaktan ibaret olmadığını, platform ve basit de olsa bulmaca kısımlarının da olduğunu görüp çeşitliliğe seviniyoruz. Oyun ilerledikçe de daha önce sevindiğimiz bu platform kısımlarına küfrederken buluyoruz kendimizi, ama o kısma daha sonra geleceğim.
Stellar Blade’in oynanışı özünde bir soulslike diyebilirim, ama sulandırılmış bir soulslike. Oyunun bonfire’ı olan kamplarda dinlendiğinizde veya öldüğünüzde, bölgede öldürmüş olduğunuz tüm Naytiba’lar diriliyor örneğin. Her dinlenmede tekrar dolan sağlık iksirlerine sahipsiniz. Bir anda 2-3 güçlü düşmanı üzerinize çekerseniz hayatta kalmanız çok zor, düşmanları mümkün olduğunca tek tek haklamanız gerekiyor. Boss dövüşleri muazzam ve bossların hareket düzenlerini öğrenip buna karşı hamleler yapmanızı gerektiriyor. Ama mesela ölünce hiçbir şey kaybetmiyorsunuz, sadece en yakın kamptan (ve bazen de öldüğünüze yakın başka bir noktadan) başlayıp yolunuza devam ediyorsunuz. Oyunun en sonları hariç hiçbir dövüş burnunuzdan fitil fitil getirecek kadar zorlu değil. Savaş mekanikleri Sekiro gibi dedik, ama kesinlikle Sekiro kadar zor bir oyun da değil. Yani sırf bu yüzden “acaba becerebilir miyim” diye düşünmeyin, elinizin çok çabuk alıştığını göreceksiniz. Üstelik yetenek ağaçlarında savuşturma ve benzeri yeteneklerin kullanımını kolaylaştıran yetenekler de mevcut.
Stellar Blade’in bence en etkileyici yanı savaşlarda akıcılık ve çeşitlilik. Bir kere oyunda çok çeşit Naytiba (ve birkaç da dron) bulunuyor ve bunların çoğu da kendine has özelliklere sahip. Kafadeşer adında ufak bir Naytiba var mesela, bu yaratık en yakındaki cesedin içine girerek onu konak olarak kullanıyor ve oluyor size Deşikkafa. Bu Deşikkafayı öldürdükten sonra hızla Kafadeşeri de öldürmezseniz gidip başka cesede giriyor, yine uğraştırıyor. Sonra yakınına gelince patlayan Denekler var. Derisi hayvan gibi sert ve güçlü Kirpomuzlar var. Çölde yerin altından giden ve bir anda yüzeye çıkarak sizi pusuya düşürmeye çalışan Çatalbaşlar var. Var da var. Tabii oyunun ileriki kısımlarında bir hayli güçlü hissetmeye başladığımızda bu Naytibalara yeteneklerini sergileme fırsatı tanımıyoruz, ama iş Elit ve Alfa Naytibalara, yani mini boss ve bosslara gelince iş değişiyor.
Stellar Blade sadece “saldırıyı doğru zamanlamayla savuştur” oyunu değil. Düşman saldırılarına renk kodu koymuşlar ve bu renklere göre hamleler yapmanız gerekiyor. Örneğin Sarı saldırıdan savuşturarak değil kaçınarak kurtulabiliyorsunuz. Mavi saldırı gelirken doğru zamanda L Yukarı+O kombinasyonuyla düşmanın arkasına geçip vuruyorsunuz darbeyi. Pembe saldırı gelirken yine güzel bir zamanlama ve L Aşağı+O kombinasyonuyla geri kaçılıp uzaktan saldırıyorsunuz. Tüm bunları ‘mükemmel zamanlama’ ile yapmak mühim, çünkü aksi halde ya darbe yiyorsunuz ya da savuşturma yerine bloklamış oluyorsunuz ki bu da yine de sağlığınızdan götürüyor. Ayrıca doğru zamanlamayla bu hareketleri yapmak enerjinizi de dolduruyor ve bu sayede Beta ve sonradan dan Hiddet saldırılarıyla düşmanlara dünyayı dar edebiliyorsunuz.
Oyun yetenek puanı verme konusunda bir hayli cömert olduğu için ihtiyacınız olan yetenekleri hızlıca güçlendirmeniz kolay, hatta sonrasında puanınızı nereye harcayacağınızı bilemiyorsunuz. Tabii bu durum dümdüz ana hikayeden ilerleyen değil de daha çok benim gibi gördüğü her yan görevi yapan oyuncular için geçerli 🙂
Bir noktada Stellar Blade’i God of War’a benzettim ya hani. Kimi zaman kendimi bir Valkür ile savaşıyormuşum gibi hissettiğim oldu, belli bir seviyede güç kazandığınızda oyunun boss savaşları aynı o tempoda geçmeye başlıyor. Öldüğünüz zaman tek seferliğine kaldığınız yerden dirilmenizi sağlayan BK Pompası var mesela, tıpkı Diriliş Taşı. Spoiler olmasın diye ismini veremeyeceğim ve oyunun ileriki safhalarında açılan bir yetenek ağacı var, L3 ve R3 düğmelerine aynı anda basarak aynı Kratos gibi bir öfke anı açabiliyor ve burada süreniz bitene kadar çeşit çeşit özel saldırılar yapabiliyorsunuz. Bunları söylüyorum çünkü God of War’un savaş sistemini seven bir oyuncuysanız bu oyunun size de hitap edeceğini bilmenizde fayda var.
Oyunu oynarken o kadar çok bölük pörçük notlar tuttum ki, yazıya dökerken bazen toparlaması zor oluyor 🙂 Şimdi hadi tekrar Eidos 7’ye, daha doğrusu oradan ulaştığımız Xion’a gelelim. Xion insanların son şehri. Apaçık Matrix’teki Zion’a bir gönderme bence. Matris 11 ismindeki ‘kapalı dünya’ bölgesi de öyle. Xion aynı zamanda oyunun ana hub’ı görevi görüyor. Bu şehirde birçok kişi yaşıyor, görevler veriyorlar, ekstradan görevler alabildiğiniz ilan panosu var, alışveriş yapabileceğiniz dükkanlar var, sonradan açılan bir berber bile var. Tüm bu yok oluş ortasında bir vaha, ana görev için de son derece önemli bir merkez. Xion’da aldığımız görevler bizi önce Çorak Toprak’a, sonra da Büyük Çöl’e götürüyor. Bu ikisi de işte oyunun “açık dünya” bölümleri.
Açık dünya bölümlerinde koskoca haritada istediğiniz gibi gezinmeniz ve çoğu Xion’dan, bazıları ise bu dünyanın içinde karşılaşacağınız NPC’lerden alacağınız görevleri tamamlamanız mümkün. Buralarda çok sayıda kasa, bilgi toplayabileceğiniz cesetler, bulmacalar ve platform kısımları var. Eğer tamamlayıcı ruhta bir oyuncuysanız girilmedik delik bırakmamak isteyeceksiniz. Buralarda hızlı seyahat sağlayan telefon kulübelerinin yerleşimi gayet yeterli, ama bunun dışında bir yerden bir yere ulaşmanın tek yolu koşmak. Neyse ki sprint atabiliyor, hatta kısa bir süre herhangi bir düşmanın dikkatini çekmeden sprint atabilirseniz iyice hız kazanan bir boost alabiliyorsunuz. Automata’nın sprint sistemini andırıyor biraz.
|Dronu geliştirirken önceliği tarama yeteneğinin bulunduğu sol dala verin. Çünkü haritayı taramak oyun boyunca en sık kullanacağınız eylemlerden biri olacak, ne kadar hızlı, ne kadar uzun olursa o kadar iyi. Menzilli silah özelliklerini sonra geliştirseniz de olur.
Bu açık dünyalar hakkında en büyük eleştirim ikisinin de çöl olması. Tamam bir istila sonrası yıkılmış bir dünya söz konusu ama her tarafımız da kum olmasaydı keşke. Hoş bir iki ağaçlık bölge, vahalar falan da var ama bana yetersiz geldi. Sürekli kum, sürekli sarılık derken içim biraz sıkıldı açıkçası. Keşke farklı bir açık dünya kısmı da olsaydı diye içimden geçirmedim değil. Neyse ki ana görev sırasında ziyaret ettiğiniz Abyss Levoire, Spyre 4 gibi diğer kapalı tasarımlı haritalar ise en azından bir çeşitlilik sağlamaya yarıyor.
Hazır eleştirilere başlamışken daha yazının başında bile söylediğim platform kısımlarına geleyim bari. Yani, o iş olmamış be Shift Up. Yahu karşımdaki ipe atlıyorum, Eve içinden geçip aşağı düşüyor ve hatta bazen yüksekte olduğumuz için ölüyor. Merdivenden ineceğim, tutunmadı diye aşağı uçuyorum. Sarı boyalı bir çıkıntıdan sallanma demirine atlayacağım, kolu çektiğim yöne değil de kameraya bağlı saçma sapan bir yere zıplayıp aşağı uçuyorum. Neyse ki bu tür kısımlar oyunun geneline kıyasla çok fazla değil, aksi halde gerçekten de sinir hastası olurduk kesin. Ama can sıkıyor işte. Sadece bu da değil, eşyalarla ve cesetlerle etkileşime girmek için yanlarına gelip R2 düğmesine basılı tutmak lazım. Ama işte o prompt bazen çıkmıyor, çıkana kadar açı aramak gerekiyor. Bazen mesela cesede çok yakınız diye çıkmıyor prompt, geri adım ata ata prompt arıyoruz. Tam anlamıyla sinek ufak ama mide bulandırır durumu anlayacağınız.
Stellar Blade’in ana hikayesi hiç fena değil. Yani tabii çok da orijinal bir şey beklememek lazım, bu hikayenin de benzerlerini daha önce görmüştük ama mühim olan anlatımı diyelim 🙂 Hikaye içindeki sürprizler yerli yerinde, gidişat da genel olarak merak uyandırıcı. Tabii bugüne kadar nice twistler, nice sürprizler görmüş oyuncular olarak bir noktadan sonra olabilecek şeyleri tahmin edebilmeye başlıyoruz ama bu durum benim için hikayenin keyfini azaltmadı. Tam tersine tahmin ettiğim şey gerçekleşince ‘aha bildim işte’ diye ufak bir gurur anı oluyor. Bunun dışında bazı NPC’lerin hikayelerini ve yan görevlerini de cidden çok başarılı buldum. Elbette arada (çoğunlukla ilan panosundan alınan görevlerde) bolca “git ve bana şu eşyayı getir adamım” görevleri olsa da, özellikle de Su ve Enya’nın (bu görevin sonunda Kaderin Ötesinde şarkısını ve ona eşlik eden görüntüleri mutlaka izleyin), Kaya’nın, D1G-g2R’ın görevleri ve hikayeleri çok ilgi çekiciydi. Bunlar dışında da örneğin bu yok olmuş dünyada bile eski tip yemekleri yaparak yaşadığımızı hissettirmeye çalışan Barry, bir umutla bulduğu tüm oyuncak ayıları toplayan Jett gibi mini hikayeler de çok hoşuma gitti.
Oyun bana grafiksel olarak da istediğimi verdi valla. Aklınıza ne geldiğini biliyorum ama kastettiğim şey o değil 🙂 Zaten demoyu oynadıysanız ne beklemeniz gerektiğini biliyorsunuz ama genel olarak tüm karakterlerin tasarım ve görünüşleri dört dörtlüktü bence. Animasyonlar da gayet akıcı, görsel açıdan rahatsız edici bir şeyle karşılaşmadım. Seslendirmelerde İngilizceyi tercih ettim, Türkçe altyazılar da hakikaten çok iyiydi.Müzikler bildiğiniz gibi Monaca’nın elinden çıkma. Bilmiyor muydunuz? Yahu Can o kadar demo izlenimi yazdı ya önceki ay, orada uzun uzun bahsetti bundan. Ne kadar ayıp! NieR Automata ve NieR Replicant’ın da müziklerinin altında imzası olan Keiichi Okabe liderliğindeki Monaca bu soundtrackte de ortaya müthiş bir iş çıkarmış. Haritada bölgeden bölgeye değişen dinamik müzikler kendini tekrar eden yapı da olsa da melodiler güzel olunca hiç sıkmıyor. Hele bir Çorak Toprak müziği var ki… NieR Replicant’ta da çölde çalan The Lost Forest’a biterdim, burada da bir çöl müziğine tav olmam şaşırtıcı olmadı tabii. Birkaç gündür sabah uyandığımda Çorak Toprak müziğinin kafamın içinde çalıyor olduğunu söylemem müziklerin etkileyiciliğini özetler sanırım.
Bıraksanız daha paragraflarca bir şeylerden bahsederim ama işte bir noktada da yazıyı bağlamak gerekiyor. Siz de benim gibi NieR sevenlerdenseniz ona en yakın deneyim yaşayacağınız oyunlardan birisi Stellar Blade. Yapmaya çalıştığı çoğu şeyi gayet iyi yapmış, aksadığı bazı noktalar var ama onları da bunun Shift Up’ın ilk AAA deneyimi olmasına bağlayalım. Bu haliyle bile PS5’in son dönemdeki en iyi oyunlarından biri kendisi. Oynanışa alışır mıyım diye endişeniz varsa indirin ve demosunu bir oynayın, emin olun gerisi de sizi küçük bir kısım haricinde öyle ah vah dedirtecek kadar zorlamayacak.
Bir moda ikonu olarak Eve Hiç birbirimizi kandırmayalım, hepimiz daha ilk fragmandan itibaren Eve’e tav olduk 🙂 Eve yalnızca güzel bir kadın değil, modayla da pek içli dışlı. Oyunda da Eve’in görünümünü değiştirmek için kelimenin tam anlamıyla onlarca seçeneğimiz var. Eve’in görünümündeki en büyük etmen Nano Suit. Oyunda 39 tane farklı kostüm var ve bunlar tamamen kozmetik, herhangi bir istatistiksel artıları vs yok. Bazılarını görev ödülü olarak kazanıyor, bazılarını buluyorsunuz. En özel(!) kostümlerden biri için oyundaki tüm toplanabilir kutu içecekleri bulmanız gerekiyor mesela, ana hikayeyi bitirince de yine ekstra bir kostüm açıyorsunuz. Bunun dışında Eve takı da kullanabiliyor. Çorak Toprak’taki D1G-g2r’nin dükkanından çok sayıda farklı gözlük satın alabiliyorsunuz mesela, ama tabii bunun için yeterli sayıda vitcoine ihtiyacınız var. Çeşitli yan görevleri tamamladığınızda ve bazılarını da dükkanlardan satın alabileceğiniz çok sayıda farklı küpe de mevcut. Tüm bu kişiselleştirme seçeneklerine ek olarak bir de saç olayı var. Xion’daki kuaförün görevini tamamladığınızda çeşitli malzemeler karşılığında saç stili açabiliyor ve o andan sonra da dilediğiniz zaman bu stillere geçiş yapabiliyorsunuz. 12 farklı saç stilinin tümü de dört farklı renk seçeneğine sahip. Yani Eve’inizi 48 farklı saç ile iyice beğeninize göre değiştirebilirsiniz. Ama belki siz de benim gibi varsayılan görünümden vazgeçemeyenlerdensinizdir 🙂 O kadar saç stili açtım, renk değiştirip denedim, ama her seferinde de ilk haline geri döndüm valla. |
♦ İnceleme puanlarımız ne anlama geliyor?
Yorum gönder