Alone in the Dark – İnceleme Oyuncular Web
Alone in the Dark – İnceleme Oyuncular Web de
Alone in the Dark… Korku – hayatta kalma diye bir oyun türü dahi ortada yokken 1992’de piyasaya çıkıp ortalığı darmaduman eden, belki de bugün bildiğimiz korku oyunlarının gerçek babası… Resident Evil ve Silent Hill ile beraber bir jenerasyonun kalbine indirmiş, damağını çektirip su içirtmiş bir seri…
Tıpkı diğer kardeşleri gibi Alone in the Dark da altın çağlarını yaşadıktan sonra, 2000’lere pek de sarkamadan yavaş yavaş silinmeye yüz tutmuştu. Ardı ardına çıkan problemli devam oyunlarından sonra sessizliğe gömülen seri, eski kafa korku oyunlarının tutunduğu formülün mantıklı olabileceğini görmüş olmalı ki, şaaak ampül yanıvermiş! Toplanın arkadaşlar, eski ihtişamına geri dönmek için remake kervanına katılan başka bir arkadaşımız da bugün burada…. Fakat bu sefer daha farklı bir yaklaşım var. Oyun tam anlamıyla bir remake değil, hikaye kurgusu da dahil olmak üzere birçok konuda değişiklik yapılan, farklı yorumlamalarla taçlandırılmış bir yeniden yapım var karşımızda.
Her kült korku oyunu bir gün remake’i tadacaktır
Orijinal Alone in the Dark benden de büyük olduğu için maalesef seriye yetişemedim, onun için bu versiyonuyla orijinalini kıyaslamam pek mümkün olmayacak. Zaten ’92 diyorum, yapmayın Allah aşkına kıyas mıyas ya… İlk oyun çıktığında Özal cumhurbaşkanı, Demirel başbakanmış; varın siz düşünün. :’) Onun için pek kıyaslanacak bir yapı yok, elimizde 2024 yapımı bir remake var.
2024 yapımı diyorum da… Aslında oyun gerçekten o kadar çıtır durmuyor. Maalesef AITD günceli yakalayabilen veya yeni nesil hissiyatı verebilen bir oyun değil. Aksine hantallıklarıyla, gıcıklıklarıyla, yetersizlikleriyle insana çok daha eski hissettiren, rahatsız eden bir yapısı var.
Remake ya işte ne kadar güncel hissettirecek demeden önce bir düşünün sayın okuyucular… Resident Evil serisini hiç duymamış birinin eline gamepad verip RE4 remake oynatsanız, bunun neredeyse yirmi senelik bir oyunun yeniden yapımı olduğu aklına dahi gelmez. Ama AITD maalesef bir önceki jenerasyonun işiymiş gibi duruyor.
Neymiş kardeşim bu karanlık
Alone in the Dark, esasında klişe olmasına rağmen ilgi çekici bir hikaye barındırıyor. Gördüğüm kadarıyla çok devasa değişiklikler olmasa da, kök oyunla arasında hikaye bazlı farklılıklar da az buz değil. Kısaca özetlemem gerekirse, yirminci yüzyılın başlarında Hartwood ailesinin psikolojik problemler yaşayan üyesi Jeremy, tedavi gördüğü akıl hastanesinde bir şeylerin yolunda gitmediğini gösteren gizemli mektuplarla, yeğeni Emily’den yardım ister. Emily, 1900’lerin klişe noir dedektifi prototipi Edward’ı da koluna takıp amcası ile görüşmeye gelir ve amcasının kayıp olduğunu öğrenir. Haydi bakalım… Buradan sonra ne anlatsam hikayenin tadı kaçacak, o yüzden çok da devam etmeden hikayenin oldukça dallanıp budaklandığını, karakterlerin bir yandan kendilerini de keşfettiklerini, paranormal varlıklar ve boyutların işin içerisine girdiğini ve hiç de fena olmayan bir hikayenin olduğunu söyleyip bırakayım.
Senaryonun en güzel taraflarından biri, oyundaki temel iki karakterin de aşina olduğumuz ünlüler tarafından canlandırılması. Edward Carnby’i David Harbour, Emily Hartwood’u ise Jodie Comer canlandırmış. Oyunun daha ilk sahnesine ikisinden birini seçiyor ve oyun boyunca onunla birlikte ilerliyoruz. Ünlülerimiz nasıl bir iş çıkartmışlar derseniz… Ya o tarafta da bir olmamışlık var sanki be… Oyunculardan mı, oyunun grafik motorundan mı, yönetmen tercihlerinden mi bilemiyorum ama aradığım performansı yakalayamadım maalesef. Aşina olup sevdiğimiz yüzlerden, beklentimizin altında bir performans gelmiş diyelim. Neyse, oyunun hikayesi bir pastaysa oyuncu tercihleri de üzerindeki çilek olmuş.
Öff senle savaşacağıma kaçarım ben be…
Gördüğünüz gibi senaryo tarafında bir parça övgü dizsem de, oyunun geneli için maalesef kollarımı sıvayıp başlıyorum… Yukarıda da dediğim gibi, oyun bir önceki jenerasyona aitmiş gibi duruyor maalesef. Bunun en temel göstergesi, dövüş sistemi. Yani gerçekten o kadar hantal ve eski kalmış bir sistem var ki karşımızda, ben bir noktadan sonra gördüğüm ve kaçabileceğim her yaratıktan kaçmaya çalıştım. Muhatap oldukça canım sıkılıyordu ya…
Vuruş hissi zayıf, silahlar arasında kayda değer bir fark yok, yapay zeka desen zaten yok, bug’larla dolu yaratıklarla savaşmak çok keyifsiz, bir de savaşlarda çıkan performans sorunları olunca… Siz de hak verirsiniz bana yahu, vallahi katlanılacak dert değil. Oyunun aksiyon sekansları başlayınca yürekten bir of çekip silahına davranmak nedir siz bilir misiniz…
Üstelik sadece dövüşlerde de değil, savaşmasam da yaratık görünce bir darlanma geliyor bana artık. Bakın mesela, oyun bazı bölgelerde bize gizli ilerleyebilme seçeneği sunmuş, ya da sunduğunu iddia etmiş. Şöyle ki, bazı yollarda yaratıklar geziyor, kenarlarda da taşlar, şişeler falan oluyor. Bizler de bunları sağa sola atıp yaratıkların dikkatini oraya çekip yolumuza devam edebiliyor MUYUZ SİZCE? TABİİ Kİ HAYIR. Oyundaki tuhaf buglardan biri de bu fırlattığımız cisimlerin ses çıkartmaması. İyi de ses çıkartmamız için bunları buraya koymadınız mı siz?! Kardeşim delirtmeyin adamı, dövüş sistemi korkunç derecede kötü diye dövüşlerden kaçmaya çalışıyoruz, ona da izin vermiyorsunuz be?!?
Savaş yokken çok matah sanki de…
Savaş sekansları içerisindeki performans sorunlarından ve buglardan bahsetmiştim ya… Kötü haber: maalesef bunlar sadece savaşlarda söz konusu olmuyor. Oyunun geneline yayılmış problemler bunlar. Kare hızı aniden düşüyor, ekran donup kalıyor, bazen bir yere giriyor ve çıkamıyorsunuz, bir yerden atlamanız gerekiyor ama atlayamıyorsunuz, ani FPS çıkış ve inişleriyle afallıyorsunuz… Gerçekten duygusal bir roller coaster gibisin AITD, ama bunu isteyerek yapmıyorsun…
Genel olarak grafiklerinden de bahsetmek gerekirse, AITD grafiksel olarak çağının bir tık gerisinde diyebilirim. Ama bu bahsettiğim diğer problemlerin yanında pek önemli gelmiyor insana, çünkü grafiklere zayıf demek de pek mümkün değil. Fena değil ama olması gerektiği seviyede değil diyeyim ben, siz anlayın.
Ha şöyle ya bi sakinleşelim
Oyunda ne zaman aksiyon durulsa ve tansiyon düşüşse, AITD kalitesini belli etmeye başlıyor. Dövüş sistemi ne kadar çakılıyorsa, odaları araştırma ve bulmaca çözme gibi konularda oyun o kadar başarı sağlıyor. Oyunun takdir ettiğim taraflarından biriyse, oyuna başlarken nasıl bir zorluk istediğimiz konusunda ayrıntıya inmesi… Mesela modern bir zorluk seviyesi tercih ederseniz bulmacalarda daha çok ipucu oluyor, ekranda hint’ler beliriyor, haritada bulmacalar “çözülebilir” halde gözüküyor vb… Fakat old school tercihinde bulunursanız, tıpkı RE’lerde olduğu gibi hafızanız ve dikkatinizle başbaşa, ipuculardan uzak bir bulmaca tecrübesi yaşıyorsunuz.
Bulmaca kalitesi ise bence kıvamında. Ne çok zor ne çok kolay. İpucular ile bazen tadı kaçabiliyor, ama genel itibariyle bu konuda iyi bir çizgi yakalandığını söylemek mümkün.
Sinamatografide çita çok yükseldi yalnız…
AITD’da ilginç bir durum var: elimizde iyi bir hikaye var ama pek de iyi bir anlatıma sahip değil. Hikaye gerçekten ilgi çekici. Neler olduğunu anlamak çok zor, atmosfer de fena değil zaten. İnsanı kapıp götürmesi gerekiyor derken… Bir anda her şey çok hızlı ilerleyiveriyor, ya da çok anlaşılamaz bir şekilde farklı bir rotaya sapıyor, siz de anlamaya çalışana kadar kırk takla atıyorsunuz… Hikayeyi benimsemek çok kolay ama takip etmek biraz zor.
Neyse ki senaryo, hiç de fena olmayan sinematik bir anlatıma da sahip. Bu sayede her ne olursa olsun hikayeyi salıvermek mümkün olmuyor, bir şekilde bir noktada sizi yine yakalayıveriyor. Yani Alan Wake 2 benzeri muhteşem bir sinematografiden bahsetmiyorum tabi. Ama yine de insanı içine çeken bir yapı var.
Eski konak? Antik Mısır? Kuzey ışıkları?!?
Senaryonun ilgi çekici yapısını, mekan tasarımları da destekleyince “aslında fena değil mi ne?” dedirten durumlar ortaya çıkabiliyor. Dünyalar arası geçişin gerçekten çaat diye olması, kendimizi bir sürü farklı yerde buluvermemiz falan, bunlar oyuncuya çok iyi hissettiren detaylar. Hoop, şehrin göbeğindeki bir oteldesiniz, hoop, bir bataklıkta, hoop Antik Mısır’da, hop malum köşkte…
Tüm bu tasarımlar da özenle yapılmış aslında. Oyunun diğer problemleri çok ağır basmasa bu noktalarda ciddi bir ivme kazanacağı da çok açıkmış. Tüm bu mekanlar öyle laf olsun diye de tasarlanmamış, hemen hepsinde atmosferin ağırlığı ve gerginliği buram buram hissediliyor.
İyi veya kötü demek çok zor gerçekten…
Gördüğünüz gibi, AITD konusunda kafalar karışık… Ne ağız tadıyla övdürüyor, ne bir güzel sövdürüyor. Çok büyük başarısızlıkları da var, altından çok iyi kalktığı noktalar da. Fakat şu bir gerçek: Hollywood ünlülerine ayrılan bütçe oyun mekaniklerine harcansa, çok daha başarılı bir oyun ortaya çıkabilirmiş. Yine biz oyun severlerin ne istediği biraz arka plana atılmış gibi hissediyorum. Eğlenmek istiyoruz yahu. Daha girdiğim çalıdan çıkamadığım, görünmez duvarlar yüzünden kafayı yediğim ya da düşmana ateş etmek için kırk takla attığım bir oyunda, onlarca ünlü olsa ne yazar…
Ah be AITD… Senaryo ilk başladığı tempoda ilerleyebilse, dövüş sistemi, buglar ve optimizasyon problemleri çözülse çok daha farklı bir oyun olacaktı karşımızda. Şimdiyse… Yani evet, Resident Evil, Dead Space, Silent Hill yokken AITD vardı ama; onlar varken de AITD’ı oynamak için çok da sebep yok gibi. Eğer ilk oyunu zamanında oynamış bir oyun gurmesiyseniz ve nostalji hissi ile nelerin değiştiğini gözlemlemek istiyorsanız, buyursunlar efendim. Bu oyun sizi çok mutlu eder. Ama benim gibi, daha önce asıl oyunu oynamadıysanız ve benzer seriler ile haşır neşirseniz, Resident Evil remake’lerin verdiği hissiyatı burada almanız çok zor.
Yorum gönder