The Rogue Prince of Persia – Erken Erişim İnceleme Oyuncular Web
The Rogue Prince of Persia – Erken Erişim İnceleme Oyuncular Web de
Bu yıl Prince of Persia hayranları için harika geçiyor diyebilirim. Prince of Persia: The Lost Crown bana kalırsa gelmiş geçmiş en harika platform oyunlarından biri olmayı başardı. Bunun üzerine de Triple-i sunumunda The Rogue Prince of Persia’yla karşılaştık.
Bu noktada yaşanan bir kafa karışıklığını erkenden gidermek istiyorum. Bu oyunu Ubisoft yapmadı. Oyunu geliştiren ekip Evil Empire, yani Dead Cells’in genişleme paketlerini yapan taraf. Aslında bu ekibin önemli bir kısmı oyunun orijinal sürümünde de çalışmıştı ama orası uzun bir hikâye tabii. Ubisoft’un bu yapımdaki rolü dağıtım ve danışmanlıktan ötesine geçmiyor. Ha bir de PoP lisansını paylaşıyorlar, yoksa oyun yapılamazdı zaten.
Peki bizi bu PoP oyununda neler bekliyor? Prens neden bu sefer mor? Hunlar ne alaka? Neden Ubisoft yapmıyor ve daha nice sorular… Ve en önemlisi; bu oyun Erken Erişim’deyken alınır mı?
Çok içerik beklemeyin, ama…
Dead Cells ve Hades gibi roguelite oyunlara aşinaysanız The Rogue Prince of Persia’nın Erken Erişim içeriği sizi taş çatlasa 10-15 saat kadar meşgul edebilir. Bunu aradan çıkaralım. Bu türün tecrübeli oyuncularından biri olarak her şeyi açmam ve mevcut haritaları baştan sona bitirmek sadece 9 saatimi aldı. Buna tüm yan görevler de dahil.
The Rogue PoP’ta şu an için dördü asıl rota, iki tanesi de alternatif olmak üzere toplamda altı oynanabilir harita var. Sekiz tane ana silah ve altı tane de ikincil silah mevcut. İkincil silahlar daha çok destek görevi görüyorlar.
Bunlara ek olarak iki tane boss savaşı bizi bekliyor. Bunlar Hun Kralı Nogai’nin komutanları olan General Berude ve General Bataar. İkisinin de savaşı oldukça keyifli. Evil Empire burada iyi iş çıkarmış. Tabii bu karakterlerin hareketlerini ve çevreyi nasıl kullandıklarını öğrenince bu savaşlar birazcık albeni kaybediyor ama roguelite maceraların en önemli parçası da bu değil mi zaten? Hem meta gelişim hem de kişisel olarak tecrübe kazanıyoruz. Haliyle işlerin kolaylaşması lazım.
Oyunun bence en yaratıcı olduğu kısım madalyonlar. Bu güçlendirmeler vasıtasıyla silahlarınızdan yetenek hareketlerinize, silahlarınızdan diğer madalyonlarınıza kadar bir sürü build yapabiliyorsunuz. Hatta eşleştirmelerin sonu yok gibi bir şey. Güçlendirmelerin de seviyeleri var ve seviyesine göre ekstra bonuslar kazanıyorsunuz. Şimdilik 30 tane madalyon güçlendirmesi var ve bunlardan her seferinde en fazla dört tanesini eş zamanlı olarak kullanabiliyorsunuz. Benzeri kombolardan çıkın, konfor alanınızı terk edin ve yeni şeyler deneyin derim. Bu madalyonları silahlarla birleştirdikçe oyun güzelleşiyor, savaşlar derinleşiyor ve daha çok tat veriyor.
Hikâye ve yan karakterler
Evil Empire’ın Dead Cells’te en iyi başardığı şey çok fazla detaya inmeden, çevresel etmenlerle derdini anlatabilmesiydi. Bu sefer yan karakterlerle bolca sohbet muhabbet dönüyor ve hikâyenin parçaları da bu diyaloglar vasıtasıyla ortaya çıkıyor. Karakterlerin seslendirmesi yok, haliyle sadece diyalog okuyorsunuz ve pek de ustaca yazılmış diyemiyorum. Dürüst olmak gerekirse ortada aman aman bir hikâye de yok. Günün sonunda bir roguelite oynuyoruz. Oyunun hikâyesi bu türün mekaniklerini bağlayıcı bir sistem olarak kullanılmış.
Bu oyunda Prens’in karakteri de biraz farklı. Genç Prens kendini babasına kanıtlamak ve Pers Krallığı’nın başına geçmek istiyor. Bu konuda da kimseye kulak vermiyor, hatta kendine örnek aldığı babasına bile. Biraz MCU’daki Thor gibi düşünebilirsiniz. Tam bir “layık olma” hikâyesi var elimizde.
Oyundaki baş düşmanımızsa Hun Kralı Nogai ve onun ordusu. Hun Ordusu ülkemizin sınırlarına kadar dayanıyor. Genç Pres babasını Hunlara karşı taarruza ikna etmeye çabalasa da beceremiyor. Günün sonunda ipleri eline alıyor ve ordusuyla Hun kampına saldırı düzenliyor. İşler ters gidiyor, çünkü Hunların şaman büyüsü var ve Pers Ordusu darmaduman oluyor. Genç Prens son bir çaba olarak Nogai’yi yenmeye çalışıyor ama nafile. Onun şaman büyüsü Prens’i ölümün pençesine atıyor.
Neyse ki Prens’in de büyülü bir silahı var ve ne zaman ölümün döşeğine gelse onu zamanda sabit bir noktaya geri götürüyor. Oyundaki üssümüz çölde bir Vaha ve burada da eski hocamız Sukhra yaralarımızı sarıyor, durumu anlatıyor. Tüm maceralarımız bu noktadan başlıyor. Kurtardığımız ve etkileşime geçtiğimiz herkesin de yolu buraya düşüyor.
Genç Prens bir an önce yola koyuluyor ve ülkesini Hunların elinden kurtarmak için elinden geleni yapıyor. Bu maceralar sırasında da Nogai’nin şaman büyüsünün kontrolünü kaybetmeye başladığını fark ediyor. Buradan sonrası çok büyük spoiler olacağı için ağzımın fermuarını kapatıyorum.
Nihayetinde Genç Prens hatalarından ders çıkarıp ailesini ve ülkesini kurtarmak zorunda. Bu da kolay olmayacak tabii. Böyle detaylı yazınca aslında hikâye detaylı ve derin gibi gözüküyor ama oynarken bunu ne kadar verebiliyor tartışmalı.
Çok mu Dead Cells olmuş peki?
The Rogue PoP’un kaçamayacağı en büyük eleştiri oyunun ana loopundan tutun da düşman saldırılarına kadar her şeyin Dead Cells kokması. Hani öyle böyle de değil buram buram kokması. Özellikle oyunu keşfetme aşamasındayken benzerlikler biraz göz tırmalıyor hatta. Bu noktada oyuna bir şans vermenizi rica edeceğim. Çünkü The Rogue PoP madalyon sistemi, silahları ve dövüş kombinasyonlarıyla kısa sürede farkını belli etmeye başlıyor. Daha da önemlisi bu oyun daha çok hareket ve parkur yeteneklerine ağırlık veriyor ve bunu da harika başarıyor.
Warrior Within, Sand of Time gibi oyunlar hafızanızda yer ettiyse ya da tazeyse bu hareket yetenekleri sizi ekstra mutlu edecektir. İki boyutlu bir oyunda Duvarda koşmayı, hançerle tutunmayı, düşmandan kaçmayı ve hareket merkezli bulmacaları gerçekten iyi yapmışlar. Bulmacaların çoğu kendini kısa sürede tekrar ediyor, ama gelecekte eklenecek olan içeriklere dair de umut veriyorlar.
Yani duvardan koşup hançeri son anda duvara saplayıp oradan düşmanın kafasına inmek, bir sonraki düşmanın ağzına tekmeyi yapıştırıp özel silahınızla kombo yapmak oldukça tatmin edici. Hareket yetenekleri ve savaş mekanikleri birbirini harikulade şekilde tamamlıyor.
Dead Cells benzerlikleri başlangıçta canınızı daha farklı bir şekilde yakacak. Düşman saldırısı savuşturma, kaçma ve bazı hareket sistemleri oradakinden farklı. El alışana kadar bir sürü saçma sapan şey yapıyorsunuz. Adaptasyon sürecini atlatınca oyun ışıldamaya başlıyor.
Ha, Dead Cells’e benzerliğinin eleştirileceğini tahmin ediyorum diye üzerinde durdum bolca ama bu kötü bir şey değil bence. Şahsen sevdiğim türde oyunların alternatiflerinin olmasına bayılıyorum. Dead Cells’i yapanların elinden Dead Cells-vari bir PoP oyunu gelmesi beni inanılmaz mutlu ediyor. Castlevania DLC’si de çocuklar gibi sevindirmişti zaten.
Son parantezimi de oyunun harika müziklerine açmak istiyorum. Özellikle yan görevlerle açılan ve ilk bölüm için alternatif harita olarak karşımıza çıkan Hun Savaş Kampı müziği muhteşem olmuş. Tower of Oblivion bölümündeki Kral TV Arabesk şöleni dışında sevmediğim bir parça olmadı ama müzik zevki aşırı subjektif bir konu neticede.
ARTILAR
- İki boyutlu olmasına rağmen PoP ruhunu yaşatan parkur hareketleri
- Silahların her birinin gerçekten farklı hissettirmesi
- Müzikler şahane. Beynime işlendiler
- Oyunun sanat yönetimi harikulade
EKSİLER
- Başlangıçta kostüm temalı Dead Cells gibi hissettiriyor
- Dodge sistemine alışması biraz zor ve kontroller içgüdüye ters tasarlanmış.
SON KARAR: Hem PoP hem de Dead Cells seviyorsanız acımayın ve alın. İçerik sadece 10-15 saatlik olabilir ama yeni içerikler gelecek. Evil Empire Erken Erişim sürecini kötüye kullanan şirketlerden biri değil.
Yorum gönder